Ben bir dönem et yemeyi tamamen bırakmıştım. 2 sene kadar vejetaryendim. Bu tamamen etik nedenlerden dolayı kendi yaptığım bir seçimdi. Bir süredir ara ara kırmızı et yiyorum ama onun da kaynağını çok iyi seçiyorum. Tavuğun adı kötüye çıktı ama danadaki yetişme şartları ianın tavuktan daha
beter. Hayvanlardan alınan hormonlar ve ilaçlar bünyelerimizde geri dönüşü olmayan hasarlar bırakıyor. Bunu da bir ara anlatacağım.
Bu geçmiş dönemde balıkla ilgili çok araştırma yapmıştım. ve bunu bir HTHayat yazımın içinde anlatmıştım. O kısmı buaray taşımak istedim...
Kebaptan bile vazgeçtim ama balıktan vazgeçemedim. Vejetaryen hayatımın İlk 6 ayında balık yedim yani pesketaryen olmuştum. Bu balıkların çoğunu ''çok sağlıklı'' diye anlatılan somon ve kolay ulaşılan ton balığı oluşturdu. Uzun araştırmalarım sonrası balık da yememeye karar verdim. Balığı da bırakıp tamamen vejetaryen olmuştum. 3 ay balıksız durduktan sonra, av yasağı bittiği günlerde resmen hamsi aşererek yaşıyordum. Bir gün uyandım ve eşime ‘’Çabuk Kadıköy’e gidiyoruz, hamsi yiyeceğim’’ diye isyan ettim ve o gün sanıyorum 1 kilo hamsi yedim. İstiyordum, hem de çılgınlar gibi balık yemek istiyordum. ''Demek ki vücudumun ihtiyacı var'' dedim. Kendim pişiremiyordum ama o kış 3-4 kere balık yedim. Şimdi benim burada anlatmak istediğim şey somon ve çiftlik balıkları..
Somon üetimi ve çiftlik balıkları
Balığı da bırakmak için araştırma yaptığım dönemde çok şey öğrendim. Öncelikle en çok tükettiğim somonu terk ettim. Hani somon için dizi dizi faydalar yazılıyor ya, evet, onların hepsi doğru ama vahşi yöntemle yaşamış, avlanmış, gerçek soğuk deniz somonu bulursanız... Bunu da bırakın Türkiye’de, dünyada bile bulmak o kadar zor ki. Somon üretimi de artık büyük bir sektör ve yediğimiz, Dünya’da yenilen somonların büyük çoğunluğu çiftlik yani yetiştirme somon. Çiftlik somonları (hatta tüm çiftlik balıkları) kafeslerde yüzemeden, milyonlarcası üst üste şekilde yaşıyor. Doğal beslenmeyip insan eli ile besleniyorlar. Bir hastalık yayılırsa tüm kafes içindekiler antibiyotikleniyor ve ilaçlanıyor. Normalde doğa kuralı büyük balık küçük balığı yiyerek beslenir ama çiftliklerde durum farklı. Ton ve somon gibi balıkların çoğuna yem olarak küçük balık değil insanların endüstriyel şekilde yaptığı tahıllı, soyalı, kimyasallı yemler yediriliyor. Doğada özgür olan somon, karides yiyerek beslendiği için eti pembe oluyor. Fakat çiftlik şartlarında hazır yem ile yetişen somonun etinin rengi gri oluyor. Olsun, insanoğlu ona da çözüm buluyor ve yemlerine petrokimyasallardan üretilen “sentetik astaxanthin” ilave ediliyor. Sentetik astaxanthin, insanlar tarafından tüketilmeleri onaylanmış bir madde değil; sadece balık ve kümes hayvanı endüstrisinde yem katkı maddesi olarak kullanılabiliyor. Böylece somonumuzun eti de pembe olduğuna göre satışa çıkmaya hazır oluyor. Yani, insan eli doğada değdiği her şeyi yine bozuyor.
Bu kadar kimyasal yetişen bir balık, bu detaylar hiç düşünülmeden "çok sağlıklı" diye anlatılıyor. Eğer doğal yetişmiş, vahşi yöntemle yakalanmış somon bulursak, onu da almaya paramız yeterse, işte o sayfa sayfa anlatılan faydalarından yararlanmış oluruz. Ben tüm bu nedenlerden dolayı somonu hayatımdan çıkarttım. Diğer tüm çiftlik balıklarının da durumu hemen hemen aynı.
Ton balığı için de aynı şartlar geçerli. Tonda bir de civa yükü var.
Sonuç olarak diyeceğim şudur ki... Marmara Denizi’nden, Karadeniz’den, Ege Denizi’nden mevsiminde avlanmış, doğal şekilde beslenip büyümüş balıklardan şaşmamak lazım. Çok şanslıyız ki etrafımız denizlerle çevrili. Alengirli işlere girmeden, kendi bildiğimiz, taze balıklarımızla beslenelim.
Denizlerde de kirlilik çok var ama artık o kadar detayına girmeyeceğim. Eğer ona da girerse ''Beslenme dedektiflerine isyanım var'' yazımda anlattığım gibi yaşamak, beslenmek imkânsızlaşır...
Herkese kocaman sevgiler, sağlıklı, mutlu, şekersiz günler :)
Bu yazım www.hthayat.com daki köşemde 28.Temmuz.2017'de yayınlanan bir yazımdan alınmıştır.