Biliyor musunuz ben senelerce elimde kocaman bir makyaj çantası ile gezdim?
En yakın yere giderken bile yanımda taşırdım, gören de her gün televizyona çıkıyorum sanır. Annem "kızım, şu makyaj çantasını niye taşıyorsun, eve bırak" dedikçe, cevabım hep şu olurdu. Annemle bunu konuşup hala gülüyoruz. "Ya bugün hayatımın aşkı ile tanışırsam." Senelerce o çantayı taşıdım... Hayatımın aşkı ile tanıştığım gün makyajsızdım...
"İçi dışına vurmuş" çünkü pozitif düşünce ve iyilik her zaman genel tavıra yansıdığı için böyle kişilerin yüzü hep ışıl ışıldır. Güzel düşünceler ile gülen gözler herkesi güzel gösterir. Ne makyaja ne de kapatıcıya ihtiyaç yoktur. İçiniz mutluysa en güzel makyaja sahipsiniz zaten... Ama bunun bir de cilt sağlığı ile ilgisi olan kısmı var. İçte olanlar, dışa vuruyor.
Biz hep lekesiz, parlak bir cildin dıştan uyguladığımız metodlar ile olduğunu düşündük. Bir arkadaşımızın cildini beğenince ilk sorumuz, "hangi kremi ve temizleyiciyi kullanıyorsun?" oluyor. Bunu hepimiz yapıyoruz. Halbuki cildi ışıl ışıl yapan şey, tüm hücrelerimizi besleyen yediklerimiz. Şayet koruyucu maddeli, şekerli, trans yağlı, kızarmış, yüksek basit karbonhidratlı şeylerle besleniyorsak (ya da beslenemiyorsak, sadece doyuyorsak) bedenimiz gerekli vitamin ve mineralleri alamadığından, bağırsak sağlığımız ve bağışıklık sistemimiz güçsüz olduğundan vücudumuzdaki her bir parça bundan etkilenir. İçeride olmadığı için cilt hep ayrı gibi düşünülüyor ama içimizdeki organların ihtiyacı ne ise, bedenimizin örtüsü cildin de ihtiyaçları aynı. Ne yerseniz, içeride ne varsa, cilde de onun etkileri vuruyor.
Cildimizi günlük rutinde içinde kimyasallar olan sabunla yıkamaktansa saf su ile yıkamak, üstüne de gerçek gül suyu ile silmek en güzel temizliği getirecektir. Bazı izleri kapatmak için kullandığımız fondötenler, BB kremler, o anı kapatıyor ama cilt nefes alamadığı için ve de hep kimyasala büründüğü için tam bir kısır döngüye giriyor. İzleri kapatıp, pürüzsüz bir cilt olması için fondöten veya kapatıcı sürüyoruz. Sonra bunlar yeni lekeler yaratıyor ve yine fondöten sürüyoruz. Aynı döngü içinde kıvranmaya devam...
Bana Rosecea teşhisi konduğunda, doktorum "o kremleri bırakacaksın" dediğinde şoka girmiştim. "O lekeler ile sokağa nasıl çıkarım?" dedim ama şekeri bırakırken yaptığım gibi banyodaki tüm kozmetikleri de bir poşete koyup çöpe attım. En nihayetinde cildim bir daha hiç o günkü kadar kötü olmayacaktı. Her gün bir adım üste çıktı.
Bedeni içten güzel besledikçe, bu aynen cildimize de vuruyor. Kullanılan kozmetiklerin de cilde verdiği hasarlar çok fazla. Maslak’ta eskiden Çarşı mağazası vardı, hatırlar mısınız? Türkiye’nin ilk büyük mağazasıydı. Ben o zamanlar daha 20-21 yaşlarındaydım ve kazandığım azıcık paranın çoğunu o mağazadaki kozmetiklere yatırırdım. Halbuki o zamanlarda cildim bebek gibiydi. Şimdi düşününce ne gerek varmış o kadar kozmetik kullanımına diyorum ama hep daha güzel, daha kusursuz olma isteği o yaşlarda insana her şeyi yaptırıyor. Hala önünden geçerken "ahh ahhh buraya ne paralar yığdım" diyorum. Sonuç ne oldu? Bozuk ve lekeli bir cilt, içindeki paranın çok daha hayırlı işlere kullanılabileceği incecik bir cüzdan. 20 sene sonra ne yapıyorum...
Şu anda yüzümü sadece su ile yıkıyorum. İçindeki tüm malzemeyi yesem bana zarar vermeyecek içeriği olan nemlendirici kullanıyorum. Yüzüme kesinlikle fondöten, BB krem, allık vs sürmüyorum. Yanaklarım zaten yeterince kırmızı. Rimel ve ruj tek makyaj malzemelerim.
Bana cilt için kullandıklarım çok soruluyor. Cevabım çok yalın... Sadece su ve nemlendirici. Elimde geldiğince içeriden sağlıklı besleyip, hücreleri canlı tutmaya çalışıyorum.
Herkese sağlıklı, mutlu ve şekersiz günler dilerim.
Sevgilerimle,
Sema
Nemlendiricinizi de paylaşırsanız ne içerdiğini/nasıl yaptığınızı veya nerden aldığımızı şahane olur 💞