Bir önceki yazımda anlatmak istediklerim bitmeyince yarıda kesmiştim. Şimdi biraz da inzivanın daha farklı yerlerinden devam edeyim.
İnzivada yaşadığım duygu iniş çıkışlarını anlatmıştım. Ben inzivayı sörf yapmaya benzettim. Hiç sörf yapmadım ama yapanları çok izledim.. Sörf tahtasının üstünde yatıyorsunuz ve gelecek dalgaları bekliyorsunuz. Bir dalga gelmeye başlıyor, ben bunun üstüne çıkarım, içine girerim diyorsunuz ama dalga sizi bir anda al aşağı ediyor. Öyle bir çarpıyor ki, kendinize zor geliyorsunuz ama sonra yine yatıp yine beklemeye başlıyorsunuz. Sonra bir dalga daha geliyor ve bu sefer onun üstüne çıkıp keyfini yaşıyorsunuz. ''Ohhh be kendime geldim, bundan sonrası hep böyle'' deyip tekrar beklemeye başlıyorsunuz. Durgun suda uzunca bir süre yatıp yeni dalgayı bekliyorsunuz. Hooop kocaman bir tane daha geliyor ve sizi yine darmadağın yapıyor. Fakat eninde sonunda kıyıya çıkıyorsunuz. Ne yaşarsak yaşayalım, ne gelirse gelsin, kıyı her zaman orada duruyor.
Benim için 5 günlük inzivanın özeti budur.
3. günün akşamında kaçmak istediğimi de yazmıştım. O gece beni kendime getiren işte şu olay ve paragraftır.
''Zen öğretisinde bir adamla atı hakkında bir hikaye vardır. At dört nala koşmaktadır ve ata binen adam önemli bir yere gidiyormuş gibi görünür. Yolun kenarında duran bir başka adam bağırır. ''Nereye gidiyorsun'' ve at üstündeki adam yanıtlar. ''Bilmiyorum, ata sor''
Bu aynı zamanda bizim hikayemizdir. Biz ata biniyoruz, nereye gittiğimizi bilmiyoruz ve duramıyoruz. At bizi çeken alışkanlık enerjisidir ve biz güçsüzüzdür. Her zaman koşarız ve bu bir alışkanlık haline gelmiştir. Sürekli mücadele ederiz, uykumuzda bile. Kendi içimizde savaştayızdır ve başkalarıyla da kolayca savaşta girebiliriz.''
Thich Nhat Hanh, Buda'nın Öğretisi kitabından alınmıştır.
O gece kaçmak istememin tek bir nedeni vardı. Bir gece daha o odada, en büyük korkum olan yalnızlıkla başa çıkmamak.. ama ben alışkanlıklarım yönüne gitmeyip, atı durdurdum. ''Senin sırtından inmek istiyorum ve kendi yolumu yürümek istiyorum'' dedim..O gecenin sabahında en kötü halime uyanmıştım ama kaçmadığım ve üstesinden geldiğim için mutluydum. Artık korkum beni korkutmuyor, sadece yanımda oturup bana eşlik ediyordu. Sinirlenmiş bir köpek gibi tüylerini dikip kabardığında, okşayıp onu sakinleştirmeyi öğrendim ve yanımda eve getirdim.
Sessizlikte tüm duygular açıkta, avucumuzda. Rutin hayatımızda bir şeye üzüldüğümüzde, sinirlendiğimizde ''biraz yürüyüp geleyim, 2 çikolata yiyeyim, bir arkadaşımı arayayım'' diyoruz ve bunları yaparak o an içinde olduğumuz durumu kapadığımızı sanıyoruz. Fakat sessizlikte, hiçlikte kendinle kalarak tüm duygularını kendine yoldaş ediyorsun. Hepsini tek başına görmek zorunda kalıp kucaklıyorsun. İşte o zaman kin de, nefret de, kızgınlık da içinden çıkıp, yanına geçiyor.
Biraz da inzivada yaşadığım beslenme deneyiminden bahsetmek istiyorum. Otelde muhteşem bir yemek servisi vardı. Her arada odaya sıcacık kekler, kurabiyeler geliyordu. Ilk gün ne kadar diplerde olduğumu yazmıştım. Devamlı uyumak istiyordum. Bir de tesadüfen bu yiyeceklerin konduğu masanın yanında ben oturuyordum. Bu kadar iradeli insanımdır ama yine de karnım tok olduğu halde kendimi durduramadan meyve yiyordum. En sonda da dayanamayıp 2 tane tuzlu kurabiye yedim. Fakat sonrasında patlamak üzereydim. Patlaya patlaya ben neden bunları yiyordum? Bir de üstüne üstlük yediğim şey glutenli. Davul gibi şişmeye başladım, oturamıyordum bile. Bunun duygusal açlık olduğuna emin olduğum için o an yemeyi bıraktım. Asıl ihtiyacım olan şey o yemekler değil, kendimi yaşama bağlı ve iletişimde hissetmekti. O patlama hissi ile devam edemezdim ve hemen durdum. Diğer tüm arkadaşlarım gel-git kek yiyorlar, sandviç yiyorlar. Halbuki daha yarım saat önce yemekten gelmişiz. Aç olmadıklarına eminim. Ben de zebella gibi masanın başında duruyorum :) herkes ne yiyor, tek tek gözlem :))
İlerleyen günlerde de çoğunda aynı yeme hareketlerini gözlemledim ve bu kadar bilinçli kişiler bile aynı tepkisel eylemleri yapıyorsa benim bu konu üstünde daha çooook anlatmam lazım dedim. Farkındalıkla ve sezgisel beslenme konusunda sizlere daha çok şey anlatıp, çözüm önermeye çalışacağım.
Bir de inziva modundayken vücudun yeme ihtiyacı çok azalıyor. Hareketler çok azaldığı için enerji ihtiyacı da az..Dolayısı ile beden zaten fazla yemek istemiyor ama biz otomatik pilotta olduğumuz için, bedenle irtibatı genellikle kestiğimiz için, aç mıyız yok muyuz bir kez bile bakmadan, kurulmuş oyuncak gibi yemek saati geldi diye yemeğe doğru gidiyoruz. Hepsini ama hepsini daha çok anlatacağım...
Ve kendimde yine yine yine, bir kez daha emin olduğum şey.. ben 2 öğün beslenme insanıyım. 3 öğün bana iyi gelmiyor. Ikinci günden sonra akşam yemeklerini sadece çorba-salata aldığım halde bile kahvaltı, öğlen ve akşam benim metabolizmama hiç uymuyor. Sabah uyanınca kahvaltı etmek istemesem de, artık bir sonraki yemek 12:30'da olduğundan dayanamam diye korktum ve kahvaltıları hep yemek zorunda kaldım. Bir sonraki inziva deneyimimde direkt öğlene kadar açlık deneyimlemeyi niyetledim :)
Bir inziva deneyimi de böyle sonuçlandı ve bunu yaptığım için çok çok çok mutluyum. Yapmasaymışım eksik kalırmışım. Bundan sonraki hayatıma büyük bir yön değişikliği yapacağına eminim.
Darısı bir sonraki inzivaların başına :)
Herkesi sevgiyle kucaklıyorum..